
Son 25 yılda enerji pazarında üç kat büyüyen, kurulu gücünü ve kapasitesini artıran Türkiye, altyapı yatırımlarından dijitalleşmeye, yenilenebilir enerji kaynaklarından kömür santrallerine kadar kapsamlı bir dönüşüme hazırlanıyor.
Dünya enerji piyasalarında köklü bir dönüşüm yaşanıyor. Elektrik sektörüne yönelik yatırımlar, artık küresel ölçekte petrol, kömür ve doğalgaz yatırımlarının toplamını yüzde 50 oranında aşmış durumda. Bu eğilim, elektrifikasyonun hızla yükseldiğini ve önümüzdeki 10 yılda elektrik yatırımlarının 6 kat artacağını ortaya koyuyor. Elektrikli araçlar, iklimlendirme sistemleri, yapay zekanın artan kullanımı ve veri merkezleri bu artışı tetikleyen başlıca faktörler arasında yer alıyor. Bu küresel değişime paralel olarak Türkiye, 2022 yılında ilan ettiği Ulusal Enerji Planı ile enerji dönüşümünü hızlandırma kararı aldı. Planın iki temel hedefi var: Enerji maliyetlerini düşürmek ve emisyonları azaltarak net sıfır hedefine ulaşmak. Bu kapsamda 2022’de yapılan mevzuat değişiklikleriyle birlikte depolamalı rüzgar ve güneş enerjisi projeleri ön plana çıkarıldı ve yaklaşık 35 GW’lık kapasite tahsis edildi. Halihazırda Türkiye’nin güneş enerjisi kurulu gücü 22 GW’ı aşarken, 17 GW’lık lisanssız güneş santrali yatırımı da devam ediyor. 2035 hedefi ise çok daha iddialı: Yenilenebilir enerjide 120 GW (güneş+rüzgar) kurulu güce, toplamda ise 190 GW kurulu güce ulaşmak. Artan elektrik talebiyle birlikte, (ki bu talep son 20 yılda yıllık ortalama yüzde 3 artarak) 133 TWh'den 350 TWh'ye çıktı. 2035 için 510 TWh üretim öngörülüyor. Dijitalleşme, yapay zeka ve elektrifikasyon bu talebi daha da artıracak gibi görünüyor.
Bugün Türkiye, güneş paneli üretiminde entegre üretim kabiliyetine sahip birkaç ülkeden biri haline geldi. Ancak yenilenebilir kaynakların süreksizliği nedeniyle üretimin dengelenmesi için baz yük kaynaklarına da ihtiyaç duyuluyor. Bu noktada yerli kömür, nükleer enerji ve doğalgaz santralleri, geçiş sürecinde kritik rol oynuyor. Akkuyu NGS’nin dört ünitesi 2028’e kadar devreye alınacak; 2035’te 7,2 GW, 2053’te ise 20 GW nükleer kapasite hedefleniyor. Ayrıca pompaj depolamalı HES’ler ve hızla gelişen batarya teknolojileri ile sistem esnekliği artırılıyor. 2035 için başlangıçta öngörülen 5GW depolama kapasitesinin, yeni yatırımlarla birlikte 30 GW’a ulaşması bekleniyor.
Kısacası Türkiye, küresel enerji dönüşümünü yakından takip ederken kendi içinde yenilenebilir ve yerli kaynaklar nükleer ve depolama yatırımlarıyla dengeli ve sürdürülebilir bir enerji altyapısı kurmak için çalışmalarını sürdürüyor.
Bu yolda yapılanları ve yapılması gerekenleri Inbusıness'ın ev sahipliğinde ve Aydem Enerji'nin katkılarıyla düzenlediğimiz "Enerjide Artan Talep, Kaynakların Çeşitlendirilmesi ve Yatırımların Planlanması" başlıklı yuvarlak masa toplantısında ele aldık. Turkuvaz Medya Merkezi'ndeki toplantı, EY-Parthenon Türkiye Enerji Sektörü Lideri Cem Çamlı moderatörlüğünde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji İşleri Genel Müdürü Ahmet Özkaya'nın, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) Başkan Yardımcısı Hacı Ali Ulutaş'ın, Aydem Enerji CEO'su Serdar Marangoz'un, Elektrik Dağıtım Hizmetleri Derneği (Elder) Genel Sekreteri Fakir Hüseyin Erdoğan'ın ve Boğaziçi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Gürkan Kumbaroğlu'nun katılımıyla gerçekleşti.
Cem Çamlı: Enerji sektörü çok köklü bir değişim içerisinde ve ülke olarak hem Cumhurbaşkanlığımızın hem de Bakanlığımızın son derece önem verdiği atılımlar yapılıyor. Ahmet Bey, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bakış açısıyla piyasanın gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahmet Özkaya: Biz 2022 yılında Ulusal Enerji Eylem Planımızı ilan ettik. Bu plan bize iki konuda ışık tutuyor: Maliyetleri düşürmek ve emisyonları sıfırlamaya yönelik bir yapı oluşturmak. Ayrıca bu planla rüzgar ve güneşte yaklaşık 20 bin MW’ı geçen kurulu gücü, 2035’te 82 bin MW’a çıkarmayı ve toplam kurulu gücümüzü 190 GW’a ulaştırmayı hedefliyoruz.
Son 20 yılda yıllık ortalama %3’lük talep artışıyla, 133 TWh’lerden 350 TWh seviyelerine geldik. 2035 için öngörümüz 510 TWh. Dijitalleşme, yapay zeka ve elektrifikasyonla bu talep daha da artabilir. Çünkü hem bu talebi karşılamak hem de net sıfır hedefimize ulaşmak için yenilenebilir enerjiyi merkezde konumlandırıyoruz.
2022’de mevzuat değişikliğiyle depolamalı rüzgar ve güneş tesisleri gündeme alındı ve yaklaşık 35 GW’lık kapasite tahsis edildi. Aynı zamanda 2026’daki karbon ticareti uygulamaları nedeniyle sanayicilerimizin öz tüketim talepleri hızla arttı. Bugün 22 bin MW’ın üzerinde güneş kapasitemiz var ve 17 bin MW’lık lisanssız GES yapımı sürüyor.
Mevcut tahsisler devreye girdiğinde 82 GW hedefini yakalamış olacağız. Ancak bazı projeler fizibilite ve izin sorunları nedeniyle aksayabiliyor. Bu yüzden YEKA yarışmalarıyla her yıl 2-2,5 GW kapasiteyi sisteme dahil etmeye devam edeceğiz. Bunlar hayata geçen çok büyük projeler ve böylece yenilenebilir enerjiyle ilgili teknolojinin de ülkemize transferini sağlıyor. Mesela bugün itibarıyla Türkiye’de güneş paneli üretimi ilk aşamadan itibaren entegre olarak yapılabilir noktaya geldi. Bunun en büyük sebebi de bu fabrikanın Türkiye’de kurulmuş olması. Dolayısıyla biz bunu YEKA’nın bir modeli ve şartnamesi haline getirdik ve böylece yerli endüstriyi de kurmuş olduk.
Cem Çamlı: Bugün kapasite artışı, yerli kaynaklara yönelim ve temiz enerjiye adil erişim enerji sektörünün en önemli başlıkları arasında. Ahmet Bey, siz Enerji Bakanlığı tarafında bu süreci ve piyasanın gelişimini nasıl yorumluyorsunuz?
Ahmet Özkaya: Aslında enerjiyi ve madeni birlikte düşünmek gerekiyor. Çünkü bugün kullandığımız yenilenebilir enerji teknolojilerinin tamamı bir şekilde madenciliğe bağlı. Yenilenebilir enerji kaynaklarında üretimin sürekliliğindeki sorunlar nedeniyle üretimi dengeleyebilmek adına baz yük kaynaklarına ihtiyaç duyuyoruz. Bunlar ise termik santraller, doğalgaz ve nükleer santrallerden oluşuyor. Dolayısıyla, ülke olarak 2035 net sıfır hedefimize ulaşabilmemizin yolu, yenilenebilir ve nükleer enerjiyi birlikte geliştirmekten geçiyor.
Bugün nükleer tarafta ilk tesisimiz olan Akkuyu NGS’nin dört ünitesi 2028’de devreye girecek. 2035’te 7,2 GW, 2053’te ise toplam 20 GB’lık nükleer kapasiteyi hedefliyoruz. Bu geçiş sürecinde doğalgaz santralleri de geçiş yakıtı olarak enerji portföyümüzde önemli bir rol üstlenecek. Özellikle yenilenebilir ve nükleer enerji yatırımlarının hızlandığı bu dönemde, pompaj depolamalı hidroelektrik santrallerini (HES) de sisteme dahil etmek istiyoruz. Şebeke esnekliği hedeflerimize ulaşmada kritik bir öneme sahip. Bu noktada depolama teknolojisi de beklentimizin üzerinde hızla gelişiyor. Ulusal Enerji Planı’nı açıkladığımızda 2035 için 5 kW’lık bir depolama kapasitesi öngörmüştük. Ancak mevzuat değişikliğiyle birlikte depolama yatırımları, yeni kapasite tahsislerinin ön koşulu haline geldi. Böylece 2035’e geldiğimizde, tesislerin yüzde 80’inin devreye alınacağını varsayarsak, yaklaşık 30 GW’lık bir depolama kapasitesine ulaşmamız mümkün olacak. Bu da sistemi dengelemek ve yönetebilmek adına büyük bir avantaj sağlayacak.
Cem Çamlı: Serdar Bey, yerli kömür santrallerinin üretime katkısıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Enerji alanında yerli kömüre ihtiyaç var mı? Varsa neden?
Serdar Marangoz: Neden ihtiyaç olduğu konusunda ben iki temel sebep görüyorum: finansal ve stratejik… Finansal tarafta, 2024’te 60-65 milyar dolarlık enerji açığımız oldu. Cari açık ise 10 milyar dolar civarında. Yani yaklaşık 10-12 milyar dolar elektrik amaçlı enerji ithalatından geliyor. Bu da demek oluyor ki, elektrik amaçlı kömür ve doğalgaz ithal etmeseydik, teorik olarak 2024 yılında cari açık oluşmayacaktı. Bu yüzden yerli üretimi, içerideki kaynakları, yenilenebilir enerjiyi ve yerli kömürü kullanmanın finansal açıdan çok büyük katkısı var.
Stratejik açıdan ise bu konu bedeliyle ölçülemez. Enerjide bağımsızlık meselesi sadece maliyetle ölçülecek bir konu değil. Etrafımızda yaşananları görüyoruz; Rusya-Ukrayna meselesi, güneydoğumuzda yaşanan Suriye ve İran meseleleri... Bu yüzden kömür, toprağımızın altında yatan cevher olarak değerlendirilmeli.
Karbon konusunu da konuşuyoruz; bir taraftan karbon emisyonlarını azaltmaya çalışıyoruz, diğer taraftan uyum sürecindeyiz. Ancak bizim dinamiklerimizle, Kuzey Avrupa ülkeleri veya tamamen sudan elektrik üreten ülkelerle aynı yolu izleyemeyiz. Çünkü kurulu gücümüzün yaklaşık yüzde 50’si fosil yakıtlı ve önemli bir kısmı da yabancı girdili kaynaklardan oluşuyor. Bu yüzden yerli kömür santrallerimizi yaşatmalıyız.
Enerji bağımsızlığımız için bu hassas konu dahilinde temiz kömür teknolojileri ve çevreye uygun yöntemlerle toprağımızdaki cevheri ekonomiye kazandırmalıyız. En büyük sorunlardan biri ise finansman. Günümüzde yenilenebilir enerji yatırımları için finansman bulmak mümkünken, kömür yatırımlarında bu çok zor. Bunun önünü açmamız lazım.
Kömürü değerlendirirken, aynı zamanda bir dönüşüm hikayesi yazılmalı. Yani kömürün kademeli ve verimli işletilmesi, hibrit yapılarla yenilenebilir dönüşümle birlikte yürütülmeli. Bu dönüşüm hikayesiyle finansman bulunabilir. Ancak madencilik yatırımı yapacaksanız, finansmana erişim şu an mümkün değil. Bu iş madencilikten başlıyor. Madencilik olmazsa kömür santrali de olmaz. Bu yüzden madencilikle ilgili bürokratik engellerin kaldırılması ve kuralların netleşip güvenli hale getirilmesi gerekiyor.
Cem Çamlı: Hacı Ali Bey, son düzenlemelerle beraber Türkiye'nin enerji yatırım planlarını, arzın ve talebin sağlıklı bir şekilde buluşmasını nasıl destekliyorsunuz?
Hacı Ali Ulutaş: Yatırım ortamının iyi olabilmesi için iki kriter var: Kuralların belli olması ve yatırım yapılacak olan sistemin içerisinde bunun ticaretini yapabiliyor olmak. Şimdi Bakanlığımız bazı konularda teşvik vermek zorunda. Nükleer enerji gibi alanlarda ise karşılıklı uluslararası anlaşma yapmak zorundayız. Yenilenebilir enerji, termik ve doğalgaz santralleri tarafında ise belli kurallarımız var ve bu kurallarla piyasa paydaşlarına ticaret yapabilecek bir ortam hazırlayarak yatırımları çekiyoruz.
Bu kurallar, sistemin işleyişini kolaylaştıracak, engelleri aşmayı sağlayacak, fizibiliteyi olumlu hale getirecek olduğu zaman yatırım yapılabilir bir ortamı hazırlıyor. Mesela lisanssız santrallerimizde Bakanlığımız 7 bin 500 MW’lık bir kapasite açtı ve 6 ayda tükendi. Bizi de dünyadaki diğer düzenleyici kurumdan ayıran bu. Çünkü biz düzenleyici kurum olarak birebir yatırımcılarla da görüşen bir kurumuz. Burada yatırımcıların taleplerini değerlendirip dikkate alıyoruz, yeri geldiğinde değişikliklere gidiyoruz. Bu değişikliklerle yatırım yapabilme ortamını da güçlendiriyoruz.
Örneğin depolama için kanun değişikliğinden sonra yayınladığımız mevzuatla 250.000 MW’lık başvuru oldu. Yani Türkiye’nin kurulu gücünün 2,5 katı. Bu da yatırımcıların piyasaya olan güveninin en somut örneği.
Cem Çamlı: Serdar Bey, Türkiye'nin mevcut altyapı kapasitesini ve öncelikli ihtiyaçlarını siz yatırımcı şapkanızla nasıl değerlendiriyorsunuz?
Serdar Marangoz: Yatırımların ve özellikle de yenilenebilir santral yatırımlarının hayata geçebilmesi için en önemli konulardan biri altyapı. Bu noktada TEİAŞ’ın altyapı yatırımı yapması gerekiyor. Santrallerin fiziken şebekeyle bağlantılarını kurabilmek ve yenilenebilir enerji kapasitesinde hızlı artışa cevap verebilmesi için kamunun çok ciddi yatırım yapması lazım. Bugünlerde konuşulan konulardan bir tanesi, ilgili bölgede sisteme bağlanacak olan yatırımcıların bir araya gelip o havza trafo merkezlerini aralarında bir şekilde finanse ederek yapmaları. Ama bunun gerçekten iyi kurgulanması gerekiyor.
Bu ileride bir kaosa neden olabilir. Kaygılarımdan bir tanesi ise günün sonunda nihai tüketiciye giden tarife. Yani TEİAŞ’ın yatırımları arttığında bu tabii ki hizmet olarak, yatırım olarak verilen şeyin karşılığında tüketiciye yansıtılacak. Oranın ayrıca kurgulanması ve TEİAŞ’ın bütçesinin buna uygun şekilde yeniden tasarlanması lazım. Çünkü dağıtım kanadında yeni uygulama dönemi geliyor. Bir sonraki uygulama döneminde de biliyoruz ki şirketler %50–%60 yatırım artışlarıyla geliyorlar. Şimdi bunların hepsi günün sonunda TEİAŞ omurgasında çalışacak. O yüzden TEİAŞ tarafında bu omurga güçlendirme işi zamanında ve yeterli kapasitede yapılamazsa, bu durum ülke olarak yenilenebilir kapasitedeki büyüme hızımızı yavaşlatabilir.
Biz şirket olarak hem dağıtım hem üretim tarafında, enerji sektörünün tüm zincirinde varız. Yaklaşık 2.100 MW kurulu gücümüz var, bunun 1.000 MW’ı termik santrallerden geliyor. Dağıtımda sektörün %10’una, üretimde ise %2’sine hitap ediyoruz. Özellikle Ege’nin güneyi ve batısı, pandemiden sonra yoğun göç aldı. Bazı bölgelerde yaz aylarında nüfus 10 katına kadar çıkıyor.
Bu noktada biz de dağıtım tarafında yeni bir teklif hazırlıyoruz. Tüketimin bu kadar oynak olduğu bölgelerde, depolama ünitelerinin bazı yüklü site girişlerine kurulması ve bunun EPDK birim fiyatlarına dahil edilmesi yönünde bir önerimiz olacak. Çünkü bugün bir site yaz aylarında tüketimi 20 katına çıkaracak diye o bölgedeki hattı ve trafoyu büyütmek zorunda kalıyoruz. Oysa 9 ay boyunca bu kapasite atıl kalıyor.
Yeni depolama teknolojileriyle bu sorun çözülebilir. O yüksek tüketim döneminde enerjiyi depolayıp gerektiğinde kullanarak hat ve trafo yatırımlarını büyütmeden süreci yönetebiliriz. Evet, depolama da bir yatırım ama çoğu zaman hat ve trafoyu büyütmekten daha ekonomik. Biz de bu yeni teknolojileri şebekeye entegre etmenin yollarını arıyoruz. Böylece hem milli serveti koruyup hem de sistem esnekliğini artırmayı hedefliyoruz.
Cem Çamlı: Fakir Bey, dağıtım sektörünün yatırımcılarını temsil eden Elder Türkiye, dağıtım altyapısının güçlü ve gelişime açık yönlerini nasıl değerlendiriyor?
Fakir Hüseyin Erdoğan: 25 yıllık bir zaman dilimi içerisinde 233 milyar kWh elektrik enerjisi talebinden 350 milyar kWh bir talebe ulaştık. Kurulu gücümüz 28 bin MW’dan 120 bin MW’a çıktı. Abone sayılarımız 30 milyondan 51 milyona ulaştı. Elektrik artık Türkiye’de bütün insanların hayatına değen ilk sektör. Çünkü elektrik dağıtımının bugün itibarıyla ulaşamadığı hiçbir yer yok. En ücradaki yayla evlerine kadar elektrik şebekesini götürmüş bir Türkiye’den bahsediyoruz.
Bu kuşkusuz, daha öncesinden yapılmış olan önemli elektrifikasyonla ilgili ilk yatırımların üstüne, dağıtım şirketlerimizin yapmış olduğu yatırımlarla oluyor. Dağıtım şirketlerimizin yatırımları son 15 yıl içinde yıllık yaklaşık 1 milyar dolarlık bir seviyeden 2 milyar doların üzerine çıkmış durumda.
Bu yatırımların daha da artırılması gerekiyor. Çünkü elektrifikasyon kaynaklı ilave taleplerle karşılaşıyoruz ve bu devam edecek. Sadece enerji talebi değil, aynı zamanda güç taleplerini de karşılamamız gerekiyor. Özellikle elektrikli araçlardan kaynaklı olarak sistem kurgusunda bazı değişiklikler yapmamızı da gerektiren bir dünyanın eşiğindeyiz.
Cem Çamlı: Peki sektörün, dağıtıcıların, dağıtım şirketlerinin ihtiyaçları neler?
Fakir Hüseyin Erdoğan: Dağıtım şebekesindeki yenileme, iyileştirme ve gelişmenin sürdürülebilmesi için gerekli ekipmanların üretilebilmesi şart. Bizim de bu ekipman üretiminde belli bir kapasitemiz var ve şu an bunun üstüne çıkamıyoruz.
Buna rağmen, 1 Ocak’ta başlayacak yeni tarife dönemi için dağıtım şirketlerimiz, bir önceki döneme kıyasla yatırımlarını %70’in üzerinde artırmayı planlıyorlar. Eğer ekipman üretiminde daha fazla esneklik sağlanır ve finansmana erişim imkanlarımız iyileşirse, bu yatırım kapasitesinin daha da artacağına inanıyoruz.
Gidişat o ki, bizim de dağıtım şebekesinde daha fazla esnekliğe ihtiyacımız olacak. Çünkü bugün Türkiye’de kurulu gücün beşte birinden fazlası dağıtım sistemine bağlı ve özellikle çatı üstü güneş enerjisi uygulamalarının yaygınlaşmasıyla bu kapasitenin hızla artması bekleniyor.
Cem Çamlı: Enerji, hem ekonomik büyümenin hem de sürdürülebilir kalkınmanın temel taşı olarak öne çıkıyor. Gürkan Bey, siz akademik bakış açısıyla enerjinin bu kadar kritik bir konu haline gelmesinin arkasındaki faktörleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Gürkan Kumbaroğlu: Küresel bazda bir enerji dönüşümü yaşanıyor. Baktığınız zaman elektrik sektörüne yönelik yatırımlar dünya çapında petrol, kömür, doğalgazın toplamından yüzde 50 daha fazla olmuş. Elektrikteki artış toplam nihai enerji talebinden çok daha yüksek. Önümüzdeki 10 yıl için Uluslararası Enerji Ajansının öngörüsü ise bunun küresel bazda 6 katına çıkması. Yani çok ciddi bir elektrikleşme söz konusu. Bunu tetikleyen 3 etken var: Elektrikli araçlar, iklimlendirme ve veri merkezleri. Çünkü orta büyüklükteki bir veri merkezi yaklaşık 100 bin hane halkının elektrik tüketimine denk bir talep ortaya çıkarıyor. Bunun yanında karbon piyasaları gelmekte. Bu karbon piyasalarının oturması da önem kazanacak.
Cem Çamlı: İklim Kanunu ile birlikte enerji kurulumlarında yeni düzenlemeleri hayata geçiriyorsunuz. Kamu hangi mekanizmalarını devreye almayı planlıyor?
Ahmet Özkaya: İklim Kanunu kapsamında enerji piyasalarımızı ilgilendiren birkaç temel husus bulunuyor. Öncelikle, NDC’nin (Ulusal Katkı Beyanı) hangi komisyon tarafından ve nasıl belirleneceği konusu net değil. Burada “Net azaltım sağlanacak mı, nasıl uygulanacak?” gibi soru işaretleri mevcut ve bu durum doğrudan sektörümüzü etkiliyor.
Türkiye, yılda en az 50 milyar dolar enerji emtiası ithalatı yapan bir ülke. Bu nedenle yerli ve yenilenebilir enerjiyi önceliklendirmek istiyoruz. Ancak yerli kaynaklarımızdan özellikle yerli kömür, muhtemelen bu kanundan en çok etkilenecek alan olacak ve ek maliyetlerle karşılaşabilir.
İklim Kanunu ile birlikte karbon mekanizması ve ETS (Emisyon Ticaret Sistemi) kurulması planlanıyor. Buradaki karbon fiyatlarının yönü ve dalgalanmaları, enerji ve elektrik fiyatlarını doğrudan etkileyebilir. Bu yüzden sistemin emtia piyasası gibi başlaması gerektiğini düşünüyoruz. EPİAŞ bünyesinde, EPDK ve SPK gözetiminde bu mekanizmanın kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca, geçiş döneminde karbon tahsisatlarının nasıl yapılacağı da gündemde.
Maliyetlerin hemen mi başlayacağı yoksa aşamlı bir geçiş süreci mi olacağı önemli bir soru. Çünkü şu anda piyasa koşullarında çalışmakta zorlanan ancak ayakta tutulması gereken bazı santraller bulunuyor. Bu santralleri desteklemek için çeşitli enstrümanlar kullanıyoruz. Ülkemizde 1984’te devreye girmiş üç devlet santralinin toplam 200 milyon tonluk kullanılabilir kömür rezervi bulunuyo. Bu santraller aktif olduğunda elektrik ihtiyacımızın yüzde 3,5’İni karşılayabiliyor. Ruhsat alanları da oldukça geniş. Yenilenebilir enerji alanında önemli gelişmeler yaşanıyor. ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) süreci devam etmekle birlikte “ÇED olumlu kararı” olarak yeniden düzenlenecek. Orman izinleri konusunda da iyileştirmeler yapıldı; özellikle rüzgar enerjisi yatırımlarında orman izinleri için gidilen 4 aşama, tek aşamaya indirildi. Kuş göç yollarında olmayan projelerde, bakanlık talimatları ve yatırımcı taahhütleriyle süreç hızlandırılacak. Ayrıca, acele kamulaştırma yetkisi 2030’a kadar EPDK’ya verilecek ve Cumhurbaşkanı bu süreyi uzatabilecek. 2035 yılın kadar yenilenebilir enerjiyele ilgili çok büyük hedeflerimiz var. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, COP29 öncesinde 82 GW olan rüzgar ve güneş hedefimizin 2035’e kadar 122GW’a çıkarılacağını açıkladı. Bu çok iddialı bir hedef ve süreci hızlandırmamız gerekiyor. İmar ve ruhsat süreçlerinde de iyileştirmeler planlanıyor. Yatırımcılar bazen ruhsat için 6 ay kadar beklemek zorunda kalıyor; bu da fizibiliteyi olumsuz etkiliyip kredi sorunlarına yol açabiliyor. Bu nedenle Enerji Bakanlığı olarak imar ve ruhsat verme yetkisini biz üstlenmek istiyoruz. Şu anda ilgili yönetmelik çalışamları devam ediyor ve kanun çıktıktan sonra taslağını hızla yayınlamayı planlıyoruz.
Cem Çamlı: Enterkonnekte sistemler ve ülkelerarası elektrik ticareti konusunda yürütülen çalışmalar hakkında bilgi alabilir miyiz?
Ahmet Özkaya: Enterkonnekte sistemleri aslında bizim sürekli konuştuğumuz bir konu. Şu anda bizim Yunanistan, Bulgaristan ve Gürcistan’la bu sistemimiz var. İran’da da var ama henüz devreye girmedi, keza Irak’ta da var. Şimdi ise Suriye gündemde. Biz bu noktada kapasiteleri de 2035’e dek 2 katına kadar çıkartmayı hedefliyoruz. TEİAŞ’ın bu konuyla ilgili yatırım yapma süreçleri var zaten.
Komşularımızın hepsi yenilenebilir enerjiden ürettiği elektriği bize satmaya çalışıyor. Biz kendimiz de üretiyoruz. Biz Avrupa’ya da satıyoruz ama Yunanistan ve Bulgaristan’ın şebekesi çok sağlıklı değil. Mesela biz 5 bin MWh bir enerji transfer etsek, onlar transfer edemeyecek. Dolayısıyla onların da ilave yatırım yapması lazım. Yani sadece bizim kapasiteleri artırıyor olmamız yeterli değil.
Cem Çamlı: Piyasada fiyat oluşumu ve fiyatlarda öngörülebilirlik konusu gerçekten önemli. Bu alanda önümüzdeki dönemde EPDK nasıl bir yol izleyecek?
Hacı Ali Ulutaş: Her şey enerjiden veya elektrik fiyatlarından sübvanse edilmez. Rakamlar önemli olmakla birlikte, esas olan amaç ve teorinin doğru ortaya konmasıdır. İthal kömür santralimiz var; ama yerli kömür santrallerimiz elektrik üretim maliyeti açısından onun üçte bir oranında bir kalorifik değerle üretim yapıyor.
Eğer yerli kömür santrali varsa çalışsın; durma maliyetini kapasite mekanizmasıyla karşılıyoruz. Yerli kömür sadece elektrik üretimi değil, aynı zamanda önemli bir ekosistem. Örneğin Soma’daki yerli kömür santrali kapatılsa, Soma gibi bir ilçe varlığını sürdüremez çünkü pek çok kişi burada çalışıyor. Yerli kömür santrali tek başına bir şey değil; yarattığı ekosistemle birlikte değerlendirilmelidir.
Elektrik fiyatlarıyla yerli kömüre aşırı destek verilmesi ya da ilave teşvikler sağlanması, piyasanın kendi dinamiklerini bozabilir. Eğer teşvikler kaldırılırsa, piyasa kendi içinde fiyatlamayı yapar. Dağıtım bedelleri ve yatırım maliyetleri, işletme giderleri, asgari ücret ve yakıt maliyetleri arttığında bunlar tarifeye yansıyorsa, yatırımcılar kendi maliyetlerine göre teklif verebilir. Böylece piyasa fiyatları kendiliğinden oluşur ve yatırımlar daha anlamlı hale gelir. Ancak enflasyon veya diğer nedenlerle ilave teşvikler yapıldığında, fiyatların izlenmesi, desteklerin ve zararların telafisi gibi müdahaleler söz konusu olur.
Cem Çamlı: Fakir Bey, sizce önümüzdeki dönemde dağıtım şebekelerinin daha akıllı ve esnek bir yapıya kavuşması için hangi teknolojiler ve modeller ön plana çıkacak?
Fakir Hüseyin Erdoğan: Sistemimize “toplayıcı” diye bir kavram girdi ve biz toplayıcılık faaliyeti üzerinden küçük ölçekli santralleri bir sanal santral içerisinde sisteme görünür hale getiriyoruz. Bütün bunlar, şebekemizin daha fazla dijitalleştirilmesi, daha fazla akıllı şebeke haline getirilmesi ihtiyacını da ortaya koyuyor.
Bu anlamda, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumumuzun çıkarmış olduğu Elektrik Piyasası Ölçüm Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde 1 Ocak 2026 ile birlikte Milli Akıllı Sayaç sistemleri dönüşümü başlayacak ve belirli bir takvim dahilinde Türkiye’deki sayaçların yerli olarak üretilmiş akıllı sayaç sistemleriyle değiştirilmesi, dönüştürülmesi ve daha fazla akıllı şebeke formuna kavuşturulması vizyonuyla, dağıtım şirketleri önümüzdeki tarife döneminde hareket edecekler.
Sayın Bakanımız bunu özgün bir ifadeyle Dağıtım 2.0 diye bir model olarak tanımladı. Bu kavramın içinde akıllı, dijital, esnek ve müşteri odaklı şebeke görüyoruz. Şimdi artık her tüketicinin bir üretici olduğu, üretici olma potansiyeli taşıdığı “türetici” diye Türkçemize kazandırdığımız yeni bir dünyanın içerisine giriyoruz. Dağıtım şirketlerimiz bu yeni dünyanın ihtiyaçlarını karşılama ve veriden yararlanma konusunda giderek artan bir seviyede yapay zekadan da destek alıyorlar.
Cem Çamlı: Dağıtım tarafında teknolojinin gelişmesiyle beraber AI, SCADA, milli sayaç gibi konular konuşuluyor. Bu konuyla ilgili bir perspektif alabilir miyiz?
Fakir Hüseyin Erdoğan: Dijitalleşme sürecimiz devam ediyor. Geçen yıl hazırlanan bir rapora göre Türkiye’deki dağıtım şirketlerinin dijital olgunluk düzeyi 4 üzerinden 2,97 ortalama puanına ulaştı. Dünya ölçeğinde baktığımızda da bu çok iyi bir rakam. Ayrıca bazı dağıtım şirketlerimizin dijital olgunluk düzeyi 3,5 düzeyine kadar ulaşabiliyor. Yani biz dijitalleşme vizyonu olan bir sektörün içerisindeyiz. Şu anda dağıtım şebekelerimizin %40-46’sını SCADA ile kontrol ediyoruz. Oranın artmasına yönelik çalışmalar devam ediyor.
En son EPDK tarafından yayınlanan sektör raporuna göre, 1,5 milyon kilometrelik dağıtım şebekesinin %24’ü yeraltında ve bu yeraltılaşma hızlı bir şekilde devam edecek gibi görünüyor. Fakat yeraltı şebekesinin yatırım maliyeti, havai şebekenin yatırım maliyetinin 3,5-4 katı. Bunların hepsi, tabii ki bir fayda-maliyet analizi içerisinde yapılması gereken şeyler.